Kaygusuz Abdal

Alâiye(Alanya)’de doğdu. Alâiye Beyi Hüsameddin Mahmud’un oğludur. Kaygusuz Abdal‘ın asıl adı Alaaddin Gaybi’dir.

 

İyi bir öğ­renim görmüş, genç yaşta Abdal Musa’ya derviş olarak Kaygusuz adını almıştır.

Hemen bütün Bektaşi tekkelerinde bulunan ve Kaygusuz'a ait olduğu kabul edilen bir resimde, bir yılan, bir akrep ve bir arslan, ayakları bine yatarak ona boyun eğmiş ve Kaygusuz da Pemençede elleri ve ayakları mühürlü olarak olarak tasvir edilir.

 

Gaybi'nin hakikatin peşinde olduğu ve bunu da Mürşidinde bulduğunu anlatan Bektaşi Menkıbesine göre ;

“Teke (Antalya) ilinin Alaiye (Alanya) sancak beyinin oğlu Gaybi Bey, 18 yaşındayken arkadaşları ile ava çıkar. Avlanırken tepe üzerinde bir ahu(ceylan) görür beyzade. O esnada ahu onun önüne çıkagelir. Gaybi Bey onu görünce hemen bir ok çıkarıp, ahuya fırlatır. Kirişten çıkan ok ahunun sol koltuğunun altına saplanır fakat ahu yıkılmaz, sıçrayıp kaçar. Gaybi bey de ardına düşer. Ahudan durmadan kan akar, Gaybi Bey de onun kaçışına bakar.

Ciddi bir şekilde onun izini sürer. Dağlar, vadiler geçip bir sahraya inerler. Yaralı ahu büyük bir asitane kapısından içeri girer. Gaybi de arkasından dergâha girerek, dervişlere geyiği sorar. Meğer o sahradaki bu dergâh, velayet erenlerinden

"Benim bir isteğim vardır Kerim'den
Yezit bilmez erenlerin sırrından
KAYGUSUZ'um cüda düştüm pirimden
Erler gelir şahım Abdal Musa'ya "

Seyyid Abdal Musa Sultan’a aitmiş. Abdal Musa Sultan, burada büyük bir asitane yaptırmış. Onun hizmetinde pek çok kişiler varmış. Yanına gelenler mutlaka mürit ve muhip olup kalırlarmış. Pek çok dervişi varmış. Hepsi Abdal Musa’ya layıkı ile hizmet ederlermiş. İşte geyiğin ve Gayi Bey’in girdikleri dergâh bu idi.
 

Dervişler Gaybi Bey’i görüp, karşıladılar ve atının dizginini

 tutup: ‘Buyrun, ziyarete geldiniz ise aşağı inin’ dediler. Gaybi Bey: ‘buraya oklanmış bir ahu geldi, o benim avımdır, onu bana verin’ dedi. Dervişler de: ‘Buraya böyle bir ahu gelmedi ve biz görmedik’ dediler. Bunun üzerine Gaybi Bey: ‘Hiç

Abdal Musa ve

Kaygusuz Abdal

 dervişler yalan söyler mi, ne için inkâr ediyorsunuz? Ben ahuyu kendi gözümle gördüm, buraya gelip içeri girdi’ dedi. Dervişler bu sözler karşısında hayret ettiler: ‘haberimiz yok, bilmiyoruz’ dediler. Gaybi Bey bu

 durum karşısında bir hayli öyle kaldı. Bey böyle düşüncelere dalmışken, dervişler: ‘sultanım, Alanya beyi oğlu gelmiş, bizden av talep ederler’ dediler. Sultan da onu bana gönderin dedi. Sultanın yanına varan Gaybi Bey halini anlattı ve neden orda bulunduğunu açıkladı. Bunun üzerine Abdal Musa Sultan: ‘o ahu neden senin avın oldu?’ diye sordu. Bey cevapladı: ‘sultanım, ben onu ok ile vurdum, üzerine at sürüp hayli koştum. Çok menzil aldı, yoruldu, güç ile buraya geldi.’ cevabını verdi. Bunun üzerine Abdal Musa Sultan: ‘o oku görünce bilir misin, tanır mısın’ diye sordu. Bilirim cevabını alan Abdal Musa Sultan, kendi kolunu kaldırıp, koltuğunun altında saplı oku gösterdi. Okunu tanıyan Gaybi Bey kendinden geçti.”

 

XVIIL yüzyıl ressamlarından Levni'nin yaptığı güzel bir Kaygusuz minyatürü vardır. Kaygusuz, bir eserinde 1397-98 yıllarında doğduğunu söylüyor. Eserlerinden de anlaşıldığına göre XV .yüzyılda yaşamış olan Kaygusuz, Anadolu ve Rumeli'nin birçok yerlerini gezmiş ve iyi bir öğrenim görmüştür. Diger Bektaşi Şairleri gibi özellikle hece ile yazdığı şiirlerde ve nesirlerinde güzel bir Türkçe kullanır.

"...Gönülde gizli mânâ yazılıdır, dile gelmez. Bu mânâ ancak gönülü yol bulana feth olur.
Gönül bahrinde yol bulan, ne inci isterse dalıp çıkarır.

Gönlü bırakıp sûrete bakanlar gaflet ipini boyunlarına takmış olurlar... "

XIV’üncü asrın sonlarında Mısır’a gi­derek bir tekke açmış, Hicaz, Suriye ve Irak’ı dolaşarak Ana­dolu’ya dönmüştür. Rumeli’nin Yanya, Filibe ve Manastır şehirlerinde de bulunmuş tahminen 1444 yılında Hakka yürümüştür.

Kaygusuz Abdal'in düsüncelerini, adina düzenlenen "divan''ında toplanan siirlerinin incelenmesinden çikarmak, anlamak kolaydır.

O, "abdallar'' toplulugundandır, bir şiirinde söyledigi gibi saçını, sakalını, bıyıgını, kaşlarını kestirerek (car-darb) dolaşırmış.

Bu işlem abdallık yoluna girmenin özelliklerinden biridir.

 

Hem aruz ölçüsü hem de hece ölçüsü ile şiirler yazmıştır. Mensur eserleri, mesnevileri ve ilâhileri vardır.

Bu adem dedikleri
El ayakla baş değil
Adem manaya derler
Suret ile kaş değil

Nesri sâde Türkçe iledir.

Manzum eserleri:

1. Divan,

2. Gülistan,

3. Mesnevi-i Baba Kaygusuz (3. Cilt),

4. Gevher-nâme,

5. Minber-nâme.

Men­sur eserleri:

1. Budala-nâme,

2. Kitab-ı Mfglate,

3. Vücûd nâme.

 

Nazım-nesir karışık olan eserleri:

1. Saray-nâme, Dilgüşâ.  

Hazreti Pir Hünkâr

Hacı Bektaş-ı Veli

Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî 'nin talebelerinden

Lokman Perende elinde yetişir, mürşid'inin:  "Var, seni Rûm'a saldık, Suluca- karahöyük 'ü sana yurt verdik. Rûm abdâllarına seni baş tayin ettik" demesiyle, siyâsi ve iktisadi düzeni bozulan Anadolu Türk halkına öncülük etmek, Türk birlik ve beraberliğini sağlamak, Türk dilini yabancı etkilerden korumak, Anadolu'yu Türkleştirmek ve İslâmlaştırmak amacıyla Anadolu'ya gelmek için yola çıkar..

 

 Kapadokya yöresindeki Hıristiyanlık merkezine karşı bir Türklük merkezi tesis etmek isteyen Hacı Bektaş Velî; bugünkü ismi Hacı Bektaş (O zaman yedi haneli bir köy ve adı Sulucakarahöyük) olan yere gelerek buraya yerleşir.

 

Çok ilgi çekici bir biçimde Kapadokya yöresindeki Hıristiyanlık merkezine karşı verilen savaş , sessiz bir savaş olarak tarihe geçer. Ihlara vadisi ve çevresindeki yerleşim birimleri Hacı Bektaş Velî ‘nin derin felsefesinden etkilenerek birer birer İslamiyete geçerken, ilginçtir ki bu bölgede o tarihlerde harhangi bir savaşa tarih kayıtlarında rastlanmamaktadır!!


Pir-i Sani

Pir Balım Sultan


1500  yılı civarlarında içinde posta oturmuştur. Yol içinde yaptığı hizmetlerden dolayı Pir sani (ikinci pir) adıyla adılır. ( Bektaşiler içinde zaman zaman üçüncü pir (pir-i salis) adıyla ortaya çıkan, şahıslar olduysada bunun gerçekle bir alakası yoktur).

 

Tarikatın kurumsal bir yapıya kavuşması Balım Sultan zamanında olmuştur. Bektaşiligin temel taşı olan erkanname Balım Sultan tarafından şekillendirilmiştir. Çeşitli kaidelerin konulması, ve yine mücerred makamının kurulması ve bu makama girilirken kulağa takılan Mengüş adındaki küpenin kullanımı da Balım Sultan zamanında olmuştur.


Yakın Tarihimizden

bir Bektaşi:

 Neyzen Tevfik


Sütlüce Bektaşi Tekkesi'ne intisap ederek Bektaşilikle tanıştı.

 

Kısa bir süre içinde Mümin Baba'dan nasip alarak Bektaşi oldu.

 

Neyini para için değil, dilediği zaman çalan Neyzen topluma aykırı bir yasam sürdürdü. Müzik kurallarına pek uymadan ama içten ve duyarak çalan Neyzen her zaman insanları etkiledi. O Ney'i ustalıkla üflerdi.

 

Ne hayatı, ne dünyayı, ne de kendisini "hiç" kavramıyla ifade etmek değildi onun yaptığı. O, karşıtlıkların birbirini var ettiği algılayışımızda, var oluş derinliğinin sarhoşluğu içinde arayışını sürdürürken “Hiç” olanı fark etmişti. Para-pul, mal-mülk, şan-şöhret elinin tersiyle ittiği şeylerdendi. Adaletsizliğe, çıkarcılığa, kör inançlara, baskıya, otoriteye, din istismarına sert ve etkili bir üslupla hicivlerinde ve hayatında baş kaldırdı. Boynunda eski yazıyla “Hiç” yazardı.


Site © 2006-2012 Bektasi.net -©- Her Hakkı Saklıdır - Bu sitede yazılanlar bilgi amaçlıdır.

Bu Sitenin ve yazarının Bektaşilik ile organik bir bağı bulunmamaktadır.

Sitede hazırlanması esnasında var ise gözden kaçan eksik, yanlış bilgiler ve hatalar Bektaşilige mal edilmemelidir.

Aldığımız Feyz ile Tarikat-ı Bektaşi'ye hakkında bilgi veren İnternet Sitesini Derlemek Cürretinde Bulunduk.

Eksiklerimizin Tamamlanmasını Hatalarımızın Af 'fını Hak Erenlerden Niyaz Ederiz.