Rıza Tevfik Bölükbaşı

Rıza Tevfik Bölükbaşı,' Cisr-i Mustafa Paşa'da 1868'de doğdu.
Babası kaymakamlık 'görevlerinde bulunmuş Hoca Mehmet Tevfik Efendidir.
Rıza Tevfik, İstanbul'da Alyans Yahudi okulunda, İzmirde Ermeni okulunda ve yine İstanbul'da Galatasaray Lisesi'nden okudu. Galatasaray Lisesi'ni bitirdikten sonra Mekteb-i

Mülkiye'ye kaydoldu. Ancak öğrenci iken bir dergi çıkarmağa girişmesinden ötürü bu okuldan kovuldu.
Daha sonra tıbbiye okuluna kaydoldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti'yle ilişki içinde olduğundan okul yönetimi ile başı derde girdi. Bir süre okuldan uzaklaştırılmışsa da tahsiline devam etti. 1899'da diploma almayı başardı. Görevine gümrük idaresinde doktorluk yaparak başladı.
1907'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin etkin üyesi oldu.
1908 yılında İkinci Meşrutiyet'in ilanı sıralarında Selim Sırrı Tercan'la birlikte Hareket Ordusu'na yardım etti. Halkı coşturmaya' çalıştı.
Bir ara spor hocalığı yaptı. Edirne'den Milletvekili seçildi. Daha sonra İttihat ve Terakki Partisi'yle arası açıldığından nıuhalifler tarafına geçti.
1912'de Hürriyet ve İtilaf Partisi'ne girdi. Mütarekeden sonra Damat Ferit Paşa kabinesinde Milli Eğitim Bakanlığı ve Danıştay başkanlığı yaptı. 1920 yılında barış heyetine katılarak Sevr barışına imza attı.
Onun bu tutumu hocası olduğu Darülfünun öğrencilerinin tepkisine yol açtı. Anadolu'daki kurtuluş savaşına karşı olduğu için gençlik ayaklanmış ve RızaTevfik, Üniversitedeki görevinden 1921'de çekilmek zorunda kalmıştır. Kurtuluş savaşını, Milli Kuvvetler kazanınca 1922'de yurt dışına kaçan Rıza Tevfik, 20 yıl kadar Ürdün ve Lübnan'da kalmıştır.
1938'de genel af çıkmış, Rıza Tevfik 1943 yılında yurda dönmüş ve 1949 yılında ölmüştür.
Felsefeyi yurdumuzda esaslı olarak ilk tanıtanlardan olan Rıza
Tevfik, aynı zamanda tanınmış bir şairdir.

Rıza Tevfik, ilk yazılarını Malumat Dergisi'nde yazmış, daha sonra Servet-i Fünuncu yazarlar arasına karışmış, Cavit ve Ahmet Şuayp'la birlikte Ulum-u İctimaiyye dergisini çıkartmıştır. Rıza Tevfik'in Edebiyat-
ı Umumiye, Düşünce ve Bilgi dergilerinde de yazıları çıkmıştır.
Kendisi bazı yazılarında feylosof imzasını kullanmaktan hoşlanırdı.
ŞiirIeri dikkatle izlenirdi. Şiirde başlangıçta aruz veznini kullanmış, Meşrutiyet'ten sonra hece veznini tercih etmiştir. Özellikle felsefi şürleri dikkati çekicidir. Şürlerini Serab-ı Ömrüm adlı eserinde toplamıştır.
Peyam-ı Sabah 'da edebi yazıları yayımlanmıştır.

Başlıca eserleri şunlardır:

Felsefe Dersleri,

Mufassal Kamus-ı Felsefe (iki cildi basılmıştır),

Abdülhak Hamid ve Mülahazat-ı Felsefiyyesi,
Medain Harabeleri (Hüseyin Daniş ile birlikte),

Tevfik Fikret, Textes Houroufis, Ömer Hayyam ve Rubaileri.


Rıza Tevfik, Osmanlıların son dönemlerinde Türk fikir ve edebiyat hayatinda adı sık sık duyulan bir insandır. Felsefe, edebiyat, spor, folklorve siyaserle uğraşmıştır. Edebiyatla ilgili araştırmalarında bazı yanlışlar yapmıştır.

 

Hayatının dönemleri yazılarına, eserlerine de yansımıştır. Annesini kaybettiği dönemden 1913 lere kadarki dönem kötümser bir dönemini oluşturur. Bu dönemde eserlerinde isyan ve inkar ön plandadır. 1913′den Sevr anlaşmasına kadarki dönemi aslinda en verimli dönemlerinden biridir. Bektaşi felsefesiyle de yoğrulmuş olan bu dönemde felsefi olarak işlediği konular daha iyimser, uzlaşmacıdır.

 

Siyasette yanlış teşhis sonucu Padişahı tutmuş ve Anadolu' daki Kurtuluş Savaşına karşı olmuştur. Bu yüzden yüzellilikler diye bilinen ve bir süre yurda dönmeleri yasaklanan topluluğa dahil edilmiştir.

 

Yurt dışında geçirdiği ve tekrar yurda döndüıü son dönem yeniden kötümserliğe büründüğü dönemi yansıtır.


Kendisi yurt dışndayken vatan özlemi çekmiş ve bir şiirinde "uyup şeytana i'raz eyledin Misak-ı Milli'den" dediği gibi siyasi hatasından dolayı pişmanlık duymuştur.

Rıza Tevfik, doğu ve batı kültürünü bilen bir düşünürdü. Geçimsiz, heyecanlı ve iddiacı bir insan olduğundan İstanbul'da bir çok rakip kazandı. Siyasi hayatı istikrarlı değildi. Ancak iyi bir şairdi ve felsefeyi iyi bilir' ve güzel anlatırdı.

O, Türkiye'de ilk kez Rehber-i İttilıad-ı Osmani
okulunda lise düzeyindeki gençlere felsefe dersleri verdi. Ayrıca Darulfünun adıyla bilinen üniversitede estetik ve felsefe okuttu.

 

Milli Eğitim Bakanlığı felsefe terimlerinin açıklanarak sözlük haline getirilmesi görevini ona verdi.
Rıza Tevfik, Felsefe Dersleri adlı eserinde batı felsefesinin inceliklerini 'anıttı_ve bu kitabına kendi görüşlerini kattı. Türk felsefi düşüncesinin gelişmesine yardımcı oldu.
 

Osmanlıların son dönemlerinde Abdullah Cevdet ve Baha Tevfik
gibi yazarlar Batı uygarlığını savundularsa da, felsefeyi derinliğine inceleyen ve doğu düşüncesiyle karşılaştıran Rıza Tevfik olmuştur. Kendisi Bergson'u Türkiye'de tanıtmış, bazan feylosof, bazan da Bacon'un Şakirdi Marifeti diye imza atmıştır. Felsefeyi doğuda şeriatin dışına aktarma cesaretini göstermiştir. Skolastik düşüneeye karşı serbest tartışIlla
yolunu seçmiştir. Tutuculuğa karşı olmuş, hurafeleri yermiş ve Tanrı inancını savunmuştur. Türkçe'de felsefe dilinin oluşmas-ında ve felsefe eğitiminin gelişmesinde onun emeği büyüktür.

 

Rıza Tevfik ve Felsefi Düşüncesi:
Rıza Tevfik eski filozofların naklettiği gibi hayatı bir panayıra
benzetmiştir. Bu panayıra kimisi çıkar sağlamak, kimisi ün kazanmak, kimisi de olayları izlemek ve gerçeği anlamak için gelir. Filozof, çıkar ve şöhret peşinde olmayan ve fakat gerçeği araştıran insandır.
Rıza Tevfik,' İlkçağdan beri isim yapmış düşünürlerden yararlanarak felsefenin çeşitli tanımlarını yapmıştır. Bunların başlıcalarını şöyle sıra~ayabiliriz: "Felsefe, varlığı hattı zatında .olduğu gibi bilmektir".
"Felsefe, Allah ve insanla ilgili şeylerin bilimidir". "Felsefe ölümü düşünmektir".
"Sanatların sanatı, hilimlcrin bilimidir". "Bilimlerin hirliğidir".
"Hariçteki varlıkları öz yapısında olduğu gibi bilmektir". "Sebepleri ve sebep olunanları tanımlamak hilimidir".

 "Yeterli sebepler bilimidir". "İmkan alemini mümkün olması dolaysıyla bilmektir".

"İlk ilkelerden açık olarak istidlal .edilen şeylerin bilimidir". "Duyulan ve soyut kalan gerçeklerin hilimidir. "İnsan aklının, zorunlu amaçlarla bilgilerin ilişkilerini 'araştırması ve saptamasıdır". "Mutlak varlığın bilimidir".
"Duyulan gerçeklerle gizli gerçeklerin aynı olduğunu ispat bilimidir".

 

Rıza Tevfik bu tanımları çeşitli düşünürlere göre verdikten sonra hepsinde eksiklikler göruyor.

Verilen tarifler bir yandan felsefeye ışık
tutmuştur. Ancak başka bir bakımdan eksik kalmıştır. Rıza Tevfik'e göre bu çokluk aleminde birlik aramak felsefe yapmaktır.

Ayrıca varlıkların devamlı olarak değişmesi üzerinde düşünmek ve bu değişmelerin ilk sebebini aramak yine felsefe yapmaktır. İnsan zihni kesin ve bağımsız bir ilk sebebe ulaşıncaya kadar varlığın aslını aramaktan geri durmaz.

 

Bu tür düşünceler de felsefenin işlediği konulardır. İnsan ilk sebebi arayış sırasında evrende bir ahengin varlığının farkına varır. Böylece de her şeyin bir raslantı sonucu meydana gelqıediğini kavrar. Her şeye düşünen ve olgun olan bir bir ilk varlığın sebep olduğunun bilincİne varır.
Demek ki çoklukta birlik ve çoklukta ahenk görmek bir tür felsefe yapmaktır.
Bu yolla insan ilk sebebin varlığını ruhunda okuyor.

 

Rıza Tevfik, kendi felsefesine araştırmaları derinleştikçe mistik bir hava vermiştir. O'na göre gerçeğin sırrını araştıran insan zihni, tabii felsefe ile dinin öğretileri arasında düşündükçe ve hakikatı idrakten aciz kaldıkça yorgunluk ve tasa duymuş, neticede i,lham onun imdadına yetişmiştir.
Böylece de yalnızca insana emaiıat edilmiş gerçekleri bulmuştur.
Bu suretle insan tabii felsefe ile dinİn hikmetini birleştirmiştir. Özellikle Tasavvuf crbabı yüksek bir zevk hali olan bu düzeye erişmiştir.
Tasavvuf felsefesinde ilahi aşk önem taşır. Zaten evrenin var olmasında Tanrı'nın kendi zatındaki aşkla tecellisi etken olmuştur. Her şey varlıkta bulunmaktadır. Yüksek gerçekler de varlıktadır. Ancak varlıklar arasında da mertebeler olmuştur. Cansızlar, nebatlar, hayvanlar ve nihiayet İnsanlar varlıkta derece almışlardır. Aşağıdan yukarıya doğru. olgunlaşan varlıklar, İnsanla yüce noktaya ulaşmıştır.

Rıza Tevfik, Nietzche'nİn üstün insanı ilc tasavvuftaki olgun İnsan arasındaki farkı da belirtmiştir. Nitzche'nin üstün insanı, yığın İnsanım istediği gibi yönetir ve onu kendinden aşağı görür.

Rıza Tevfik'İn benimsediği Tasavvuftaki olguiı insan ise varlıkta birlik görür. İnsanları da eşit tutar. Esasen evrende var olan her şey. Tanrı'ron görünüşünden ibarettir.
İnsan ise bu görünüşler içerisİnde en büyük isimdir. İnsan bütün varlıkların özetidir.

(Prof. Dr. İbrahim Agah ÇUBUKÇU)
 

GEL ZAHİD!

Gel zahid Kur’an’ı çıkar koynundan
Hidayet vermemiş o kitap sana.
Sem’ini hatmetmiş ulu yaradan
Gelmemiş içinden bir hitap sana.

Mazhar oldu insan sırr-ı mübheme,
Can verdi zuhuru cim-i aleme.
Secde eylemedi iblis ademe
Bu kıssadan biraz hisse kapsana!

Adem suretinde Rahman göründü,
Cemalinde sırr-ı Kur’an göründü,
Kudreti nutkunda ayan göründü
Tapacaksan bari Hakk’a tapsana!.

Allah eve girmez sırr-ı mutlaktır,
Dört duvara secde kılan ahmaktır.
Haccetmeden maksad gönül yapmaktır
Sen de -be hey nadan- gönül yapsana!

Hey Rıza yorulma gurbet ellerde
Gayret-i cehl ile kalma yollarda,
Bihude dolaştın kumlu çöllerde
Gönül semtine de biraz sapsana!

----------------------------------------------------

 

DİNLE İMANIM!

Dervişlik özüne hakim olmaktır,
Esir-i nefs olan derviş değildir.
Aşkı rehber edip hakkı bulmaktır
Keşkül, teber, asa , tığ, şiş değildir.

İbadet namına kalkıp oturma,
Bağırma, tepinme, göğsüne vurma,
“Yahü!” “Yahak!” diye köpürüp durma
Zikr-i Hak hazm için geviş değildir.

Sırr-ı hakikatı gönülden öğren,
Gönüldür aşk ile didarı gören,
Ariff-i agaha o zevki veren,
Beng ü bade, afyon, haşiş değildir.

Dünyada cennete girenler varsa,
Vech-i Hakk’ı ayan görenler varsa,
“Enelhak” sırrına erenler varsa,
Sarhoşluk yüzünden ermiş değildir.

Boz yılanı tuttu, çivi yuttu erler,
Pirimiz duvarı yürüttü derler,
Keramet olsa da böyle hünerler,
İnsanlığa yarar bir iş değildir.

Keramet umma hiç necef taşındn,
Ayrılma insandan, öz kardaşından,
Hakk’ı göremezsin bağlar başından,
Gerçek er sultandır, keşiş değildir.

Mamürede doğar, manevi insan,
Terbieyle büyür, kudret-i iman,
Senin aradığın nimet-i irfan,
Yaban yerde biter yemiş değildir.

Ham ervah her yerde var yığın yığın,
Nedir onlar ile verip aldığın?
Uzlete mail ol, gönlüne sığın,
Cihan gönül kadar geniş deildir!

Rıza‘dan himmet al, berzahta kalma,
Serden geçmedinse ummana dalma,
Dervişlik sözünü ağzına alma,
Demir leblebidir, kişniş değildir.

 

--------------------------------------

 

Bana sual sorma, cevap müşküldür
Her sırrı ben sana açamam hocam
Hakkın hazinesi darı değildir,
Cami avlusunda saçamam hocam.

Kayd-i ahiretle düşmem mihnete,
Ben burda memurum şimdi hizmete,
Hayvan otlatırken gidip cennete
Sana hulle donu biçemem hocam

Halka korku verme, velvele salıp,
Dünya ve ahiret, bu köhne kalıp
Ben softa değilim, cübbemi alıp
İmaret imaret göcemem hocam.

Ölümden ürker mi tez ölen kimse
Çoktan mazhar oldum ben Hak nefese
Bu demi sürerken ecel gelirse
İşimi bırakıp kaçamam hoam

Şarabı menetme, o değil hüner
Aşıkım badesiz pek başım döner
Gönlümde muhabbet atesi söner
Özrüm var, sade su içemem hocam

Nar-ı ceheennemi önüme serme
Günahımı döküp kaygular verme
Kitapta yerini bana gösterme,
Ben pek o yazıyı seçemem hocam

Filozof Rıza’yım, dinsiz anlama
Dini ben öğrettim kendi babama
Her ipte oynadım cambazım amma
Sırat köprüsünü geçemem hocam…


Mertebeler

Makamlara geçmeden ve açıklamadan evvel şu hususu önemle açıklamak gerekir ki; Bektaşilikte var olan makamlar tamamen dünyevidir ve var olan Bektaşi kurumunun işleyişi içindir.

 

Bektaşi Tarikatı içinde mevkisi, makamı, bilgisi veyahut ekonomik yada kültürel seviyesi ne olursa olsun bir kimsenin digerinden üstünlügü yoktur. Bir aile içinde kimisinin ana, kimisinin baba kimisinin kardeş yada abi olması gibidir bu hal. Aslında herkes birbirinin aynidir.

Kırk kulplu bir kazandır bu ve herkes bir kulpundan tutar. Mertebesi, makamı ve cinsiyeti ne olursa olsun

her Bektaşi “Can” olarak adlandırılır ve tarikat içinde aynı dercede hizmet ile yükümlüdür.


Bektaşilik tarihi

Asya'ya Giriş


 

 

 

 

 

 

 

 

Yüzyılın başlangıcından çok önce Müslüman kalabalıkların küçük asyyaya girişi başlamıştı. Oğuz türklerinin güçleri Van Gölünün kıyılarında bi bizans gücünü yenip 24.000 hırıstiyan düşmanı öldürdükleri 1037 gibi erken bir tarihten başlayarak küçük asyaya girmişti. Yine de türk halklarının esas istilası 1071 Malazgirt savaşının hemen peşisıra olmuştur. Bizans imparatoru Romen

Diyojen'in büyük Selçuklu Alparslan tarafından yenilmesinden sonra , Roma imparatorluğunun Erzurum'dan İstanbul'a uzanan illerinin fethi ve kalıtımsal yönetimi kendisi de Alparslan gibi selçuk tan gelen kutulmuşoğlu süleymana verilmiştir. Süleyman dört kardeşiyle birlikte Fırat Nehri'ni geçmiş ve inanılmaz derecede kısa bir zamanda küçük asyayı boydan boya katederek Kütahyada kampını kurmuştur. Sonra İznikte sarayını yaptırmış ve kuvvetleride fırat dan istanbula karadenizden Suriye'ye etkinliklerini 6 yıl içinde yaymışlardır.


Yakın Tarihimizden

bir Bektaşi:

 Neyzen Tevfik


Sütlüce Bektaşi Tekkesi'ne intisap ederek Bektaşilikle tanıştı.

 

Kısa bir süre içinde Mümin Baba'dan nasip alarak Bektaşi oldu.

 

Neyini para için değil, dilediği zaman çalan Neyzen topluma aykırı bir yasam sürdürdü. Müzik kurallarına pek uymadan ama içten ve duyarak çalan Neyzen her zaman insanları etkiledi. O Ney'i ustalıkla üflerdi.

 

Ne hayatı, ne dünyayı, ne de kendisini "hiç" kavramıyla ifade etmek değildi onun yaptığı. O, karşıtlıkların birbirini var ettiği algılayışımızda, var oluş derinliğinin sarhoşluğu içinde arayışını sürdürürken “Hiç” olanı fark etmişti. Para-pul, mal-mülk, şan-şöhret elinin tersiyle ittiği şeylerdendi. Adaletsizliğe, çıkarcılığa, kör inançlara, baskıya, otoriteye, din istismarına sert ve etkili bir üslupla hicivlerinde ve hayatında baş kaldırdı. Boynunda eski yazıyla “Hiç” yazardı.


Hurufilik

 Harf ve rakamların yorumlanması ve aralarında çeşitli özel ilişkiler kurulması ve böylelikle görünen amaçlarının ötesinde anlamlandırılmaları tüm eski kültürlerde görülen ve neredeyse yazının tarihiyle aynı zamanda başlamış bir uğraştır.

Bu çabanın ilk örneği Pythagoras’ın öğretiler dizgesinde bulunur. Bu dizge, varoluş sorunlarının felsefi araştırması amacıyla oluşturulmuş bir inanç akımı çerçevesinde geliştirilmiş ve ünlü Pythagoras kuramı da bu dizgenin bir yan ürünü olarak ortaya çıkmıştır.

 

Hurufiliği bir inanç sistemi olarak kuran kişi Şihabuddin Fazlullah Esterabadi’dir. 1340 Yılında Horasan'ın Esterabad şehrinde doğan Fazlullah, genç yaşta teoloji ile ilgilenmeye başlamış, on sekiz yaşındayken tasavvufa yönelerek hacca gitmiştir. Dönüşünde Harezm’e gelmiş ve bir süre burada kaldıktan sonra Tebriz’e geçmiştir. 1398 Yılından başlayarak Isfahan’da kendi sistemini yaymaya başlamış, daha sonra uzun bir süre için bir mağarada inzivaya çekilmiştir. Bu dönemde kendisinin yeni peygamber olduğunu, Tanrı ve evrenin son hakikatinin kendisine indirildigini ileri sürmüştür.


Bektaşilik Tarihi

Türkmen Kabileleri


Selçuk ordularının büyük bir kısmını oluşturan Türkmen kabileleri ile gezen Türkmen babaları uç halkları arasında çok etkiliydiler. Orta asyadan Harezm ve Horasandan gelen bu derviş yada mistiklerin büyük bir kısmı Türkistan'ın büyük 12.

yüzyıl din hocası Ahmet Yesevi' nin izleyicileriydiler.

Bunlar türkçe konuşuyorlar ve dışsal İsam örtüsü altında eski islam öncesi anenelerin birçoğunu koruyorlardı. Garip giysiler giyiyorlar , mucizevi güçleri üzerine öyküler yayıyorlar, dinsel adanmışlar olarak yaşıyorlar, kısmen gezginci ozanlar oluyorlar ve kaba göçebe kabileleri üzerinde şehirlerin daha cilalı ortadoks mutasavvuf düşünürlerinden daha etkili oluyorlardı.

Yakın Tarihimizden
bir Bektaşi:

Namık Kemal

Namık Kemal, Magosa’da sürgün olarak bulunduğu dönemde

Lefkoşe’de bulunan halk arasında “Kara Donlu Can Baba” tekkesi adı ile anılan tekkede Bektaşi tarikatına intisab etmiştir.

 

Türkiye'de, ülkenin sosyal ve kültürel gelişmesinde bir rol oynamış yazarlar arasında, Namık Kemal, en önemli kişi olarak görülmüştür; ona modern Türk edebiyatının babası diye bakılır.


Erkânlar

Erkân kelime anlamı ile “biçim, tarz, yöntem, usul” anlamına gelir. Bektaşi tarikatının en önemli noktalarından biridir.

 

Bektaşiler “Hak”kı burada görürler.

 

Hulasa cennet, cehennem, insanın yaradılışı, alemin yaradılışı, kıyametin kopması,  ölüm ve yeniden doğma ve nihayetinde edebi yaşama sırrına kuvuşma ve Hakikate dair diger her ne varsa hepsi Bektaşi Erkanı’nın içindedir, burada görülür ögrenilir.

 

İnsanın, Allah’ın kendisinde tam olarak tecelli ettigi tek varlık ve bütün insanlığında bir varlık olduğunun temsilidir.

Haşr ve Neşr’den sonra insanın Allah’a kavuşmasını ve bütün benliklerin ortadan kaldırılmasını temsil eder, bu bakımdan Şamanizm’i aks ettirir. 

Bektaşi olmayan kimse Erkâna giremez, göremez ve hiçbir Bektaşi tarafından Erkanın biçimi, seyri ve hali Bektaşi olmayan “can”lara anlatılmaz.

Erkan sırdır, sırlar ile doludur. Hal böyle iken her Erkana giren, işleyişi gören Bektaşide bu “hal”e varır bu sırlara erişir denemez.


Atatürk Ve Bektaşilik


Şimdiye kadar bu konuda yazan ve çizenler evvela Mustafa Kemal Atatürk'ün anne ve babasının soyağacını deşifre etmeye  girişmişlerdir.

 

Bu konuya deyinen lehte ve alehte yazılarda Mustafa Kemal'in anne ve babasının soy agacı yolu ile Bektaşi olup olmadıgı sorgunanmış bu şekilde Mustafa Kemal'in Bektaşilikle olan bağlantısı çözülmeye çalışılmıştır.

 

Oysa unutulmamalıdır ki,

Bektaşi doğulmaz , Bektaşi olunur.

 

Mustafa Kemal'in Doğup büyüdüğü Selanik ve genelde Rumeli bölgesi Bektaşi dergahlarının yoğun ve güçlü olduğu bir bölgedir. Bu nedenle gençlik yılları süresince bir şekilde bu dergahlardan biri ile münasebete geçmiş olması  olağanüstü bir durum olarak karşılanmamalıdır.

 


Site en iyi Firefox tarayıcı ile görüntülenebilmektedir.

site © 2006-2012 Bektasi.net ©- Her Hakkı Saklıdır - Bu sitede yazılanlar bilgi amaçlıdır.

Bu Sitenin ve yazarının Bektaşilik ile organik bir bağı bulunmamaktadır.

Sitede hazırlanması esnasında var ise gözden kaçan eksik, yanlış bilgiler ve hatalar Bektaşilige mal edilmemelidir.

Aldığımız Feyz ile Tarikat-ı Bektaşi'ye hakkında bilgi veren İnternet Sitesini Derlemek Cürretinde Bulunduk.

Eksiklerimizin Tamamlanmasını Hatalarımızın Af 'fını Hak Erenlerden Niyaz Ederiz.